Hinduların hac merkezidir. Tanrı ŞİVA’nın başından doğduğuna inanılan Ganj Şiva’nın saçlarıdır. Kutsal kabul edilen Ganj Nehri Varanasi’den geçer. Esasen Varanasi ismini bölgeden geçen VARA ve NASİ ırmaklarından alır. Ancak buraya kutsallığını GANJ verir. Himalaya’lardan doğan 2525 Km.lik ve 14 metre derinliği olan Gunj’ın Varanasi’deki bölümü Hindu inancının yıkanma, kıyısında ölülerini yakma, mahsus mahallerinde ayinlerini icra etme, Hindu hacısı olmaya mahsus DİNİ MERKEZ görünümündedir. Varanasi’deki konaklama yerimiz olan Ramada Plaza’ya yerleştikten sonra, saat 17.30’da Ganj kıyısındaki akşam ayinini izlemek üzere otobüsle hareket ettik.
Otobüs adeta bir oda bir salon şeklinde bölünmüş, şoför ve muavine otobüsün beşte biri tahsis edilip arası bölünmüştür. Yolcuların bindiği bölüm kapısı ayrı, şoförünki ayrıdır. Bu durumu Hindistan’daki kast (sınıfsal yapı) sistemine bağlayanlar olmuştur. Bu garip otobüsle girişine izin verilen menzile kadar gittik. Otobüs, korna seslerinin, sel gibi akan yayaların, rikşaların, tuktukların, kutsal ineklerin arasından ilerledi, bizi Rikşa’lar ile devam edeceğimiz yere kadar götürdü. RİKŞA; üç tekerlerli bisiklet, insan gücü ile hareket eder, önü normal bisiklet arkası iki kişinin zor oturduğu mini fayton selesi gibi bir şey, arka iki tekerlekli, manuel makaslı ve çadırla kaplı bir de yolcu sanrufu var ki, muşambaları lime lime, Rikşa’cı kara kuru Hintliler, zor bir hayat onlarınki.
Her rikşaya ikişer kişi olacak şekilde bindik, bindik ama bir kıyametin tam ortasına düşmüştük. Milyarı geçen nüfusu olan bir ülkenin gerçek yüzü ile ilk defa karşılaştık. Kulakları delecek gibi sürekli, kesintisiz KORNA SESLERİ, çok kötü ve kesif kokular, insan seli içinde ilerliyorduk. İlk defa kalabalık ürkütücü boyuttaydı ve biz içindeydik. Rikşalar, tuttuklar, araçlar, inekler, insanlar, sakat dilenciler, satıcılar, çoluk-çocuk tüm Hintliler, atlı polisler, turistler ile birlikte dar ve bölünmüş asfaltı bozuk, zaman zaman toz duman olan yollarda yüzümüzde koruma maskelerimizle rikşa ile ilerliyorduk. Yanımda Ali CAN vardı. Bu mahşeri kalabalık ve curcuna içinde bir AHENK’ten bahsediliyordu. İnsanlar birbirine kızmıyor, kalabalık ve kaosu efendisi bilmiş ve tabi olmuş bir teslimiyet içinde yol bulmaya çalışıyorlardı. İlginçti bu durum, kavga görmedik, yaşananın binde birini anlattığımız keşmekeşte, bir trafik kazası da görmedik. Bozuk düzen içinde bir ahenk vardı, bizim çözemediğimiz. Pek de alışık olmadığımız…
Derken, Rikşa yolu da bitti. Yaya yolu başladı yürüyoruz. Yürüdüğümüz yol yine aynı cesamette, tek farkı Bakanlığa ait güvenlikli eski tip makam aracının dışında motorlu araç ve rikşa yok, diğer unsurlar aynen mevcut. Tam bir keşmekeş ve gürültü ama çatışma yok, kaosta sükûnet dinginlik var. Bu sıkıntılı yol nihayet bitti, ama hava karardı, akşam olmuştu, zaten biz Rikşa’da iken AKŞAM EZANI okunuyordu. Evet, yol güzergâhımızda hem de birden fazla CAMİİ vardı. O ilahi sada, o hengâmede tek içimizi aydınlatan, bizi rahatlatan şey ezan sesi idi… Bu arada Varanasi’nin % 60’ı Hindu, % 30’u Müslüman, % 10’u Budist’ten oluştuğunu belirtelim.Ganj kenarına varmıştık. Nehir kıyısından suya inen basamaklı yapıya GHAT diyorlar. Bu ghat’lardan Ganj’ın Varanasi kıyısında 80’den fazlası varmış, Hindu hayırseverler ghat yaptırır böylece hayır ederlermiş, ghatlara yapanların adları verilmekteymiş.
Merdivenli ve alana benzeyen bölüme gelmiştik. Burası ayin alanı idi ve her yer insanla doluydu. Merdivenlere, boşluklara, teraslara oturmuşlar, ayinin başlamasını bekliyorlardı. Ve ayin başlıyor. Nehre doğru uzanmış ayin için yapılmış beton kerevetten 8 adet var, her yer zafer takı gibi süslenmiş, ipe dizili sarı çiçekler, mumlar, en önemlisi ayin boyunca içindeki tokmağa bağlı ipin aşağıda oturan şahsın elinde olduğu ZİLLER… Devamlı zil çalıyorlar, çünkü tanrı Şiva’nın uyanması gerek, herhalde uyanık durması da gerek ki, sürekli ipi çekerek zilleri çalıyorlar. Sürekli zil sesi… Derken, tütsüler, biri dini müzik olduğu anlaşılan vurmalı sazların da eşliğinde ilahi gibi parçalar okuyor. Özel kıyafetli Hindu’lar önlerinde mum, yanlarında ve her yere serpilmiş sarı çiçekler içinde YOGA yapar gibi oturuyorlar. 8 kerevetten her birinde elinde mumlar (üç katlı yedi kollu şamdan mumu gibi) yakıp dansa benzer hareketlerle, huşu içinde ayine devam ediyorlar. Ziller çalıyor, mumlar yanıyor, ilahilere devam ederek ayini sürdürüyorlar. Derken her kerevette bulunan ayinci başlıyor BOYNUZ’dan boru çalmaya, bu ayin’e zille çağırdıkları tanrı ŞİVA’yı istirahat için gönderme hareketleri imiş.. Şiva gönderiliyor ve ayine son veriyorlar.. Bizler ayini ghat’lardan, bir kısım Hindu ya da turist Ganj üzerinde ayin platformları önündeki kıyıya bağlanmış teknelerden izlediler, Ganj üzerine yakılıp salınmış mumlar, ipe dizili çiçekler yüzüyordu. Kasvetli, kurşun gibi ağır bir havası vardı. Garip sesler insana huzurdan öte iç karartan, karamsar bir durum yaratıyordu.
Ayin bitti, dönüş başladı, yürüyüş, Rikşalar ve otobüs aktarmasıyla otele gelmiştik. Sabah saat 05.00’te kalkılacak, Ganj’a bu kez gün doğumunu ve SABAH arınması AYİNLERİNİ izlemek için gidecektik. Bereket sabah erken saatlerde yollar çok kalabalık olmuyormuş da otobüsle epey gittik. Akşam ayini olan yerden bizi bekleyen tekneye bindik ve Ganj’da dolaşmaya başladık. Güneşin o eşsiz doğuş seremonisini izledik. Nehrin üzerinden revnaklı bir sabah oluyordu. Güneş, yaradanın emriyle halk edildiği günden beri olduğu gibi yine o gün de aydınlattığı, ısıttığı insanların kimler olduğuna aldırmadan Tulu’una başlamış ve yükseliyordu. Sabah olmuştu. Ayinler bu kez sessizdi. Sanki Yoga yapar gibi oturup ayin yapanlar vardı.Ganj’da arınmak için yıkananlar vardı. Sonra çamaşır yıkayanları da gördük. Bir de odun hazırlığı vardı, ölü yakma hazırlığı içindeydiler ama ölüyü görmedik. Kıyılarda dolaştık, ghatları, arkasındaki saray benzeri süslü yapıları, tapınakları gördük kıyı boyunca uzayıp gidiyorlardı.Bizim gördüğümüz yapıların şimdiki su üzerindeki kısımları Ganj kabarınca 10 m. kadar daha yükseliyormuş. Tabi bu muson yağmurları ile birlikte oluyormuş. Ganj’da tekne turu devam ederken, nehre hakim bir tepede CAMİİ gördük. Burası Babür Hanlığı’nın son (kudretli) sultanı EVRENGZİP tarafından, bir tapınaktan çevrilerek yapılmış, güzel minareler eklenmiş bir camiidir. Ancak camide yıllar önce bir olay çıkmış, onlarca kişi ölmüş, bunun üzerine Hint yönetimi camiyi ibadete kapatmış, halen kapalı olan cami çevresine insanları da yaklaştırmıyorlarmış.Ganj’daki tekne turumuzu tamamlayıp otobüse döndük. Otobüsle DELHİ ÜNİVERSİTESİ kampusu içinde panoromik gezi yaptık. 10 bin km kare alana İngilizler tarafından, 20.yy başlarında kurulmuş, 28 bin mevcutlu bir büyük üniversite, Delhi Üniversitesi. Buradan hareketle, Pazar da kurulan mahallin içinden geçip bir Budist tapınağına gittik. Buranın özelliği kare planlı, içten revaklı, mermer sütunlu, üç katlı, yapının iç kısım ortasında, tabana yaklaşık 100 m2 alan üzerine HİNDİSTAN HARİTASI rölyef şeklinde tek parça mermerden oyularak ve kabartılarak yapılmıştır. Yüksek tepelerin, dağların rakımları ve yer yüzü şekilleri gösterildiği gibi, okyanusun derinlikleri, güneydeki Seylan adası da işlenmiştir. Rehberlerin lazer ışınları ile anlatımını yaptıkları rölyef haritayı gördük. Otele döndük. Yarın 10 Martta Delhi bağlantılı uçuşla RACİSTAN’ın başkenti olan JAİPUR’ a hareket edeceğiz.
Yazan: Sefa Coşkun Editör: Ali Can
avsefacoskun@hotmail.com alican93@hotmail.com