Marsilya Kentini ikiye bölen 400 metre yükseklikteki dik tepenin zirvesinde çok uzaklardan görülen bir yapı var. Yaklaşık bir haftalık tecrübemizle bunun bir katedral veya kilise olabileceğini düşünüyoruz. Düşüncemizde haklı çıktığımızı iki saat sonra anlıyoruz.
Marsilya 1.6 milyon nüfusuyla Avrupa’nın toprak büyüklüğü açısından en büyük ülkesi olan Fransa’nın en kalabalık üç kentinden birisi. Calanques Dağ kitlesinin de aralarında bulunduğu bir dağ zinciriyle çevrili olan Marsilya, Akdeniz sahil şeridi boyunca 70 km kıvrıla kıvrıla uzanıyor. Akdeniz’in en büyük ticari limanı da bu şehirde bulunuyor.
Marsilya 2 bin 600 yıllık tarihi ile Avrupa'nın en eski şehirlerinden biri... Bu eskilik sokaklarında kolayca fark ediliyor. Birbirine bitişik sıralanan yüzlerce apartmanın dar bir koridor görünümü oluşturduğu Arnavut kaldırımlı sokaklarında yeni yapı hemen hemen hiç yok gibi. Asırlar öncesinin yüksek tavanlı, uzun pencereli evleri korunarak bugüne kadar yaşatılmış. Tarihi geçmişiyle yüksek mimari değer taşıyan bu apartmanlar bugün hala halkın kullanımında...
Taksiyle eski kent merkezi aynı zamanda eski
liman Vieux Port’a ulaşıyoruz. Eski kent merkezi sahil merkezli kurulmuş. U şeklindeki körfezde binalarla denizin arasında geniş bir sahil yolu mevcut. Körfez ise yat limanı. Sahilden yukarıya doğru çıkan, etrafı tarihi binalarla dolu geniş ve düzgün caddede yürümeye başlıyoruz. Geniş kaldırımları olan caddeyi hem kara taşıtları hem de tramvay kullanıyor. Modern tramvayı göz kamaştıran Marsilya’da yol boyunca Halal yazılı Müslümanlara ait resturantlara da rastlıyoruz. Caddenin bitiş noktasında tahmin ettiğimiz gibi meydan ve meydanın hemen karşısında mütevazı bir kilise var. Meydanlar Avrupa şehirlerinin olmazsa olmaz gerçekleri. Meydanlar yoğun binalar arasında sıkılan kent sakinlerine nefes aldıran önemli noktalar. Meydanlar kent simgeleri anıtların merkezi… Meydanlar halk için buluşma noktaları. Meydanlar yabancılar için dinlenme ve yön bulma mekanları.
Aynı caddeyi geriye dönerek yeniden yat limanına doğru yol alıyoruz. Bu sefer caddenin karşı tarafında yürüyoruz. Caddenin geniş kaldırımları üzerine kurulu bit pazarında her türlü antika eserleri bulmak mümkün. Antikalar grubumuzda en çok Hasip Şenalp Bey’in dikkatini çekiyor ve burada satın alabileceği bir çok şey buluyor. Aldıklarının gerçekten çok değerli antikalar olduğunu biz antika yabancıları dahi anlayabiliyoruz.
Şehri daha ayrıntılı gezmek istediğimizde bize iki seçenek sunuyorlar. Birinci seçenek üstü açık iki katlı turist otobüsleri, ikinci seçenek nostaljik tren. Lastik tekerlekli tren üç vagondan oluşuyor ve yaklaşık 50 yolcu taşıma kapasitesine sahip. İlgimiz trene yoğunlaşınca, trenle gezmeye karar veriyoruz. Ve bir saat sürecek olan turumuz başlıyor. Tren tarihi dokuyu kat ederek sahil yolundan, gemiyle limana yanaşırken gördüğümüz dik tepeye doğru yol alıyor. Marsilyalılar bu tepenin tam zirvesine mabetlerini yerleştirmişler. Notre Dame de la Gadre Bazilikası adıyla bilinen bu ilginç yapının bulunduğu alanda Marsilya’yı panoramik olarak 360 derece görebilmek mümkün. Burada herkes trenden indiriliyor. Adeta zorunlu ziyaret merkezi. İnen yolcular her 10 dakikada bir buraya gelen trenlerden herhangi biriyle geri dönebiliyorlar. Bazilika’nın dışı gibi içi de görülmeye değer.
Örnek aldığımız (biz neresini örnek aldıysak?) Laik Fransızların dinlerine ve mabetlerine ne kadar büyük önem verdiklerini bir kez de burada görüyoruz. En az yarım saat hem Bazilika’yı geziyoruz hem de görülmeye değer muhteşem manzaralarıyla Marsilya ve Akdeniz’i seyrediyoruz. Denize 50-100 metre uzaklıkta kayalıklardan oluşan küçük adacıklar manzaraya farklı bir güzellik katıyor.
Yeniden trene binip, kent merkezine dönüyoruz. Dönüş yolunda yamaçta değeri parayla ölçülemeyecek eski ve yeni villalar görüyoruz. Yeniden eski limana döndüğümüzde şark topluluklarında görülen bir düğün konvoyuna rastlıyoruz. Türkiye’ye benzer görüntüler eşliğinde araç pencerelerinde sarkan, mendil sallayan ve korna çalan insanlara dikkat ediyoruz. Fransa’yı da mı kendimize benzettik, diye düşünüyoruz, ama gerçek biraz sonra anlaşılıyor, konvoyu yapanlar Fransız değil. Türk de değiller ama şark toplumlarından birileri. Marsilya’da her milletten insana rastlamak mümkün. Bir alışveriş merkezinde Türkçe konuşan birkaç kişi görüp sorduğumuzda Erzurumlu olduklarını söylüyorlar. Marsilya’da inşaatlarda çalışıyorlarmış. Hallerinden memnun görünüyorlar.
Son durağımız Cenova’dayız. Yedi gün önce Cenova’da başlayan yolculuğumuz çizmenin batısını izleyerek Napoli ve Palermo’dan sonra Tunus’a uzanmış oradan da Mayorka, Barselona ve Marsilya üzerinden Cenova’ya ulaşarak sona ermişti. Bavullarımızı geceden kapının önüne koymamızı istiyorlar. Sabah saatlerinde MSC kartlarımızdan son kontrolleri yaparak güler yüzle “bir başka yolculukta yine buluşmak dilekleriyle” uğurluyorlar.
İlk gün Cenova’yı gezemediğimizden, uçak saatine kadar İtalya’nın bu şirin kentini de gezmek istedik. Cenova İtalya'nın Ligurya bölgesinde kendi ismini taşıyan Genova ilinin merkezi ve Ligurya Bölgesi'nin başkenti olan bir şehir. Yaklaşık bir milyon nüfuslu şehri gezmeye kent meydanından başlıyoruz. . Bir zamanlar Venedik’le eşit ve ona rakip olan Cenova, Avrupa’daki benzerleriyle yarışacak bir Ortaçağ kent merkezine sahip.
Tarihin tanıdık aktörlerinden Cenevizlere başkentlik yapan bu kent, ortaçağ mimarisini günümüze kadar olduğu gibi korumasını bilmiş Avrupa’nın önemil ketlerinden biri. Cenova ayrıca İtalya’nın en büyük limanını da barındırıyor.
Kentin tam ortasında muhteşem bir meydan bulunuyor. Meydanın ortasında da büyük bir süs havuzu.
Yerel İdare Meclisi binası da bu meydanda yer alıyor. Meydana açılan kaldırımarın üzeri kemerli yapılarla kapatılmış geniş caddesi görülmeye değer. Çarşyı gezenleri yazın güneşten kışın yağıştan koruma amaçlı bu kemerli yapılar Roma geleneğinden gelmekte.
Günlerden Pazar, vakit de öğleden önce olduğundan dükkanlar kapalı cadde ve sokakklar sessiz. Her şeye rağmen eski kent merkezinde 2 saatlik bir gezinti yapıyoruz. Şehir parklarındaki hoş peyzaj uygulamaları görülmeye değer…Aslında Cenova’da daha çok görülecek yerin olduğunu biliyoruz. 10 bin metrekarelik dev alanıyla akvaryum, müzeler, tarihi mahalleler, kiliseler, rönesans sarayları v.b. “Belki bir başka gezide, inşaallah” temennisiyle 7 gün süren Cruise Turumuzu tamamlıyoruz.
Üçü Avrupa’da olmak üzere dört ülkeyi kapsayan gezimizde gördük ki, tüm toplumlar gelen yabancılara ilk önce mabetlerini sunuyorlar. Avrupa şehirlerinin tamamında her birisi birer mimari şaheser olan çok sayıda katedral ve kilise var. Bir çoğu müze niyetine kullanılıyor. Ve çoğunun girişinde para alınıyor. Paralar bu mabetlerin ihtiyaçları karşılamada kullanılıyor. Avrupa insanı, birer ticari meta olarak sunduğu mabetlerine ibadet amaçlı uğramıyor. Gezdiğimiz bir çok katedral ve kiliseyi ibadet saatlerinde dahi boş gördük. Gelenlerin ise yaş ortalamaları bir hayli yüksek. Evet Türkiye’de de camiler günün beş vakti dolmuyor. Ama yine de ibadetler açısından farklı dinlerden de olsak Avrupa’dan iyiyiz. Şimdi yapacağımız tek şey bu konuda Avrupalılara benzememek ve günün her saati camilerimizi doldurmak. Çünkü camilerin içi boş olunca, insanların ruhu da boş oluyor.
Gemi turları Türkiye’de fazlaca bilinmiyor. Gidip gördükten ve yaşayıp öğrendikten sonra herkese tavsiye ediyorum. Tatil imkanı da sunan bu kültürel gezi programları mutlaka yaygınlaşmalı diye düşünüyorum. Bir otele bağlı kalmaktansa, gece yolculuk yapıp her sabah başka bir ülkede ve ilde demirlemek daha mantıklı geliyor bana. Cruise Turları sektör olarak Avrupa’da İtalyanların elinde. Kısmen de Yunanistan yapıyor. Dünya’da ise Amerikalılarla İtalyanlar yarışıyorlar. Bu imkanı, mükkemmel organizasyon eşliğinde bize sağlayan Ruya Turizme teşekkür ediyoruz. Her türlü tatil ve turistik gezileri profesyonelce düzenleyen böyle bir turizm firmasının Konya’da bulunması herkes için büyük bir şans. Yıllarını sektöre adamış Ertuğrul Özdemir’in kurup büyüttüğü Ruya Turizme sonraki çalışmalarında başarılar dilerken, bir sonraki turda buluşmayı ümit ediyoruz.
(İlgilenenler için Ruya Turizm tel: 0332 352 72 28)
Katkılarından dolayı Ahmet Özer, Şükrü Hıdıroğlu, Hasip Şenalp, Ali Can, Sefa Coşkun ve Ertuğrul Özdemir’e teşekkürler
Yazan: Nurettin Bay