Şia gösterisi

Şia gösterisi
  • 2015-01-02

20. Ayrılış Yemeği
 
 
Güzel bir akşam yemeği. Bu aynı zamanda bir veda yemeği.  
 
Hasip Bey bir teşekkür konuşması yapıyor şoförümüz Ali’ye ve rehberimiz Hüseyin’e.
 
 
Hüseyin’i bir keresinde azarlamış olsa da bu sefer onun iyi yanlarını ön plana çıkarıyor. Hoşlarına gidiyor bu sözler Ali’nin ve Hüseyin’in.  
 
Ali Fars ve Türkçe bilmiyor. Cin gibi bir çocuk. 20 yaşlarında. Karmakarışık İran trafiğinin içinde bir cambaz gibi oynadı, sağından geçenleri, solundan geçenleri gördü. Kimi idare edeceğine, kimin yolunu alacağına zamanında karar verdi. Hiç korna çalmadı, kimseyle tartışmadı. Bir tek, Tahran girişinde polis ceza keserken sesi inceldikçe inceldi, adeta bir kadın sesine döndü. O esnada Hasip Bey’in ağzından da “ya bu çocuğun sesi bu kadar ince miydi?” sözleri döküldü. Oğlan işini yaparken sürekli ayçekirdeği yedi. Kabuklarını açık penceresinden dışarı fırlattı. Herhalde seyahat boyunca 2-3 kilo çekirdek yedi. 
 
Hüseyin 40 yıllık yaşamının önemli bir kısmını Türkiye’de geçirmiş. Babası Humeyni’yi desteklemesine rağmen, Humeyni yönetiminin başlamasından sonra hayal kırıklığına uğramış, İstanbul’a göçmüş. Hüseyin’in gençlik, yetişkinlik yaşları İstanbul’da geçmiş. Almanya’ya gidip 4 yıl okumuş. Avusturya’da bir otelde 2 yıl aşçı olarak çalışmış. Sonra dönmüş gelmiş ana baba memleketi İran’a. 5-6 yıldan beri rehberlik yapıyor. Türkiye’yi İran’dan fazla tanıyor gibi. Tebrizli. Annesi ve kız kardeşi bir elektrik kaçağı kazasına kurban gitmişler. Babası yalnız kalmış. Yolculuk boyunca anlattığımız fıkralara o da katıldı, bizimle birlikte güldü. Bizimkilerden eksik olmayan üstü açık fıkralar anlattı. Bizim Türkiye’den gelen Karadenizlinin “ha burda müta var midur daaa?” sorusunu hatırlattı sık sık. Biz de kendisine aynı soruyu sorduk. 
 
 
İran çarşısında gezi
 
 
21. Heyet-i Rıza Grubunun Şia Gösterisi
 
Havaalanına geleceğimiz akşam. Yemek sonrası, grup bir Şia gösterisini görüp göremeyeceğimizi soruyor Hüseyin’e. Hüseyin son günün hatırına araştırıp buluyor.  
 
9 kişilik grubumuzla ağıtların yakıldığı bir salona geliyoruz ama girmek ne mümkün. Salona giden kapılardan ilerlemek mümkün değil. İçerisinin hınca hınç dolu olduğunu gösteriyor bu durum.  
 
Umutsuz, arabamıza doğru dönerken salonun bir başka giriş kapısını görüyoruz. Burası aslında protokol kapısı gibi. Rica ediyoruz. İçeriye haber gidiyor. Gelen cevap olumlu. Bir 10 dakika gösteriyi izlememize izin çıkıyor. Giriyoruz.  
 
1000 kişi civarında bir topluluk içerdekiler. Önemli kısmı çıplak sahadakilerin. Sahnede mikrofonlu genç ağıtlar yakıyor “Ali” diyor, “Hüseyin” diyor. Meydandaki belden yukarısı çıplak erkekler elleriyle çıplak vücutlarını dövüyorlar. Basamaklarda oturanlar çıplak değil, ama onlarda aynı hareketlere eşlik ediyorlar. Ritm hızlanıyor. Hareketler hızlanıyor. Ağlayanlar, feryat edenler var. … 
 
Çıkarken bize izin veren yönetici bir ricasını iletiyor. Acaba kamera karşısında izlenimlerimizi ve özellikle bu organizasyonu yapam Heyet-i Rıza Grubunu övücü birkaç söz söyleyebilir miyiz. “Tamam” diyoruz. Bizi yöneticinin odasına alıyorlar. Minderler üzerine bağdaş kurup oturuyoruz. Yönetici kendi köşesinde porselen çaydanlıklarda demlediği çayı hazırlamakla meşgul. Çaylarımızı bir genç çocuk servis ediyor. Bu arada iki başka genç çocuk kamera ve mikrofonla geliyorlar. Öncelikle rehberimiz konuşuyor. Ardından grup liderimiz Hasip Bey izlenimlerini söylüyor. Gördüklerinin kendisini etkilediğini, Allah’la insan arasındaki, İnsanın Allah’a ibadetinin örneklerinden birini salonda gördüğümüzü, duygulandığımızı ifade edip teşekkür ediyor. Rehber, yöneticinin esas istediği şeyin bu organizasyonu yapan Heyeti Rıza Derneğini övücü birkaç söz olduğunu ifade etmesine rağmen Hasip Bey işin o boyutuna pek girmiyor. Kalkıyoruz. Yöneticiye biz “Allahaısmarladık” diyoruz. O ise her bir el sıkışında “Ya Ali” diyor. Bizi böyle uğurluyor. 
 
Arabamıza doğru giderken rehberimiz, Muharrem ayının başlamasıyla bu törenlerin de 10 gün boyunca devam edeceğini, şu anda Tahran’da bu tip 60 civarında ayrı derneğin organizasyon yaptığını, bunların arasında bir rekabet olduğunu… anlatıyor… 
 
Humeyni Havaalanı’na dönüş yolculuğunda; Şiilerin, Ali, Hüseyin sevgisini adeta Allah ve Hz. Muhammed sevgisinin önüne çıkarırken, yanlış yapıp yapmadıkları, abartıp abartmadıkları konusunu tartışıyoruz. Diğer taraftan 1300 yıl önce yaşanan bir acının her şeyin merkezine oturtulmasının ne kadar doğru olduğunu konuşuyoruz. Bu sohbet sürerken grup üyelerinin tamamında bir çiş ihtiyacı ortaya çıkıyor. Havaalanına henüz 10 km. gibi yolumuz var. Ben diyorum, “Ali’yi işaretlerle durduracağım”. Çünkü Hüseyin artık yanımızda yok. Şehirde bize veda etmişti. İşaret dilini anlıyor Ali. Uygun yerde çekiyor minibüsü yol kenarına. Akşam karanlığında bir güzel rahatlıyoruz. Arkadaşlar ortak bir sesle bu sıkışıklığa Heyet-i Rıza Derneği’nde verilen çayın sebep olduğunu söylüyorlar minibüse dönerken. 
 
Humeyni Havaalanı İran’ın dünyaya açılan kapısı. İran’ın en büyük havaalanı. Giriyoruz. Bizim İstanbul havaalanlarımız bir yana Ankara havaalanımızla bile kıyaslanması mümkün değil. Free shop yok gibi. Ürün adedi çok zayıf…