Hazreti Davud’un kabrindeyiz. Hazreti Davut’un kabri Mescid-i Aksa’nın güney batısında, kendi adıyla anılan Davut şehrindeki, Sion tepesinin üzerinde bulunuyor. Tevrat’ın bazı ayetlerinde Kudüs yerine Sion ismi geçmektedir....
Sion, Davut Şehri ve etki alanı olarak tanımlanmaktadır. Yahudiler Hazreti Davut’un şehri olan Sion merkezli bir dünya hâkimiyetini Siyonizm olarak nitelendirmektedir. Özetle Siyonizm Sion’dan gelmektedir. Burası Mescid-i Aksa’ya çok yakın bir bölgedir ve hala Davut şehri olarak geçmektedir. Saygı ile Sultan ve peygamber Hazreti Davut’un huzuruna varıyor ve dualar ediyoruz. Yahudileri bir kez de Hazreti Davut’a şikayet ediyoruz. Hazreti Davut’un kabrinin üzerinde Osmanlılar tarafından yapılan bir cami bulunuyor. Ancak bu cami günümüzde maalesef müze olarak kullanılıyor. Sözde müze… Çünkü Cami’nin müze olabilecek hiçbir özelliği yok. Anlaşılan Yahudiler, Müslümanları buradan uzaklaştırmak için buraya böyle bir kılıf bulmuşlar. Yahudiler, Caminin kuzey duvarına bitişik bir Sinagog inşa etmişler. Sinagogun önünde geçerken kapı ve pencereden Yahudilerin ibadet sesleri duyulabiliyor. Ama bizim camimiz kapalı. Sinagog’tan içeri girmek istiyoruz. Ancak Müslüman ve Hıristiyanların ibadet yerlerindeki serbestliğin aksine, Yahudilerin ibadet yerlerine girmenin yasak olduğu söyleniyor. Kapıdan döndürülüyoruz.
Sinagog’un birkaç metre ötesinde ise muhteşem bir kilise yükseliyor. Burası Hıristiyan inancına göre Hazreti Meryem’in vefat ettiği yer. Üç dinin ibadet yerleri Kudüs’te bir kez daha aynı noktada kesişmiş. Üç dinin de peygamber olarak tanıdığı hazreti Davut kesişmenin odak noktası… Hazreti Davut’un kabrinin bulunduğu yerin yanında hiçbir özelliği olmayan sıradan bir daireyi gösteren rehberimiz, İsrail Cumhurbaşkanlarından birinin bu evi, en üst seviyede aidiyet oluşsun diye uzun süre resmi konut olarak kullandığını söylüyor.
Hazreti Davut’un kabrinin bulunduğu binanın kapısının sağ kenarında 2 cm eninde 10 cm boyunda bir delik dikkatimizi çekiyor. Buna Yahudiler mizuze diyorlar. Mizuze Her evin ve işyerinin daha doğrusu her binanın kapısında mutlaka bulundurulurmuş. Her Yahudi evini, iş yerini yaparken bunu ihmal etmezmiş. Çünkü buraya Tevrat’tan bölümler konuluyor. Böylece Yahudilerin Tevrat ile ilgileri giriş kapısından itibaren başlıyor.
Hazreti Davut’la vedalaşarak kendi adıyla tanınan şehrine doğru yol alıyoruz. Yolun kenarındaki bir bina dikkatimizi çekiyor. Resmi binaya benzeyen bu binanın İngiliz manda döneminin komuta merkezi olduğunu öğreniyoruz.
EL HALİL KAPISI VE BAYRAM ÇAVUŞ
Ve fatihlerin kapısı Halil Kapısındayız. Tipik Osmanlı mimarisindeki kapı girişi L şeklinde. Kapıdan girdikten birkaç adım sonra sağa dönüp sonra sur içine girebiliyorsunuz. Bu askerlik sanatında Osmanlıya ait bir savunma sistemi. Kapının iç kısmındaki büyük taş levha dikkatimizi çekiyor. Okuyoruz. “La ilahe illallah İbrahim Halilullah” yazıyor. Osmanlılar yazdırmışlar.
Şehrin Yavuz Sultan Selim tarafından teslim alındığı 1517’den İngilizlere teslim edildiği 1917’ye kadar tamı tamına kesintisiz 400 yıl yöneten Osmanlı üç dinin ortak paydası Hazreti İbrahim ile barış ve huzuru sağlamış. Aslında Kudüs’teki Türk hâkimiyeti Yavuz ile başlamaz. 1187’de şehri haçlılardan temizleyen Selahaddin-i Eyübi devri ile şehre damgasını vuran Türkler, dönemler halinde hep Kudüs’ün sahibi olmuşlar. Büyük Sultan Yavuz’un ifadesiyle ise “Hadimi”olmuşlar. Doğrusu da bu.
Halil girişinde Bayram Çavuş ve arkadaşlarının kabirlerini de ziyaret etik. Osmanlı’nın bu yüreği İslam aşkıyla dolu mimar ve ustalarına, hıçkırıklar arasında dualar gönderiyoruz. Bayram Çavuş Kanuni Sultan Süleyman zamanında Haremin surlarını yapan usta. Kendisine bunun karşılığında ne istediği sorulmuş. Bayram çavuş ve arkadaşları “hiçbir şey istemiyoruz, öldüğümüzde bizi buraya gömün kafi” demişler. Ve öldüklerinde fatihlerin giriş kapısı olarak bilinen Halil Kapısının sağ yanına gömülmüşler. Ruhları şad olsun.
Küdüs 4500 yıllık bir kent. Küdüsün Yahudi, İngiliz mandası, Osmanlı, Memlük, Arap tarihi olduğu gibi Bizans tarihi de var. Zaten Hazreti Ömer, Küdüs’ü Yermük savaşında İslam topraklarına katarken, Bizanslılardan aldı. Bizanslılar her kentin ortasına yaptıkları ve ismine Kadro dedikleri ana caddeden bir tane de Küdüs’e yapmışlar. Bu ana caddenin kalıntıları günümüzde ortaya çıkarılmıştır. Bu cadde Mescid-i Aksa’nın batısında başlayarak birkaç yüz metre batıya doğru uzanmaktadır.
HAZRETİ MUSA’YI ZİYARET
Küdüs’e Halil girişinden girdikten sonra Ulül Azm Peygamber olarak bilinen Hazreti Musa’nın kabrine doğru yol alıyoruz. Kudüs’ün çıkışından itibaren Yehuda çölü başlıyor. Burası Hazreti Musa’ya itaat etmeyen Yahudilerin 40 yıl boyunca zorunlu iskâna tabii tutuldukları yer. Sıcaklık artıyor. Kudüs’ün yaşanabilir iklim ve toprak yapısının aksine, yaşanması zor bir coğrafyaya giriyoruz. Kudüs’ten sonra sürekli yokuş iniyoruz. Rakım 500 yazan tabelayı geçiyoruz ve her yüz metrede bir rakım gösteren levhalara rastlıyoruz. Dikkatimizi, çölü yararak doğuya doğru uzanan yolun sağ ve solunda yer alan derme çatma yapılar ve buralarda yaşayan insanlar çekiyor. Buralar Bedevilerin obaları.
Günümüz dünyasında 40 derecenin üzerindeki bir sıcaklıkta ve çölün ortasında teneke ve saclardan yapılmış içleri görünen, zeminleri kum olan ev denilmeyecek yapılar ile çadırlarda yaşayan Bedevilerle İsrailliler genel anlamda anlaşabiliyorlar.Yahudilerin, kentlerde yaşayan Dürziler ile de arası iyi. Şii inanışın uç noktalarında bulunan Dürzîlerin nüfusu fazla değil. İsrail hem Dürzîler hem de kendilerine yakın Bedevilerden asker bile alabilmekte.
Hazreti Musa’nın kabri Küdüs’ün yaklaşık 40 kilometre doğusunda. Hazreti Musa’nın kabri Selahaddin-i Eyübi’nin Küdüs muhasarası sırasında tespit edilir. Savaşta Selahaddin’in karargahı buralarda bir yerde bulunduğundan, yapılan savaşta şehit düşen Müslüman askerleri buraya defnedilir.
Issız Yehuda çölünün ortalarında bir yerde, küçük bir tepenin üzerinde bulunan kabrin üzerine Müslümanlar sonradan bir cami ve külliye yapmışlar. Halen burası gönüllü Müslüman gençlerin fahri hizmetleriyle ayakta durmaktadır. Yahudiler ise bu kabre sahip çıkmamaktadırlar. Onlara göre hazreti Musa’nın kabri bu bölgenin tam doğu karşısında, Lut gölünün ilerisinde bulunan Lübnan sınırları içerisindeki Napo dağlarında.
Hazreti Musa’nın kabrini ziyaret ediyoruz. Ellerimiz yeniden semaya yükseliyor. Kendisine dört büyük kitaptan Tevrat gönderilen bu peygamberin, mucizelerle dolu, cefalı, sıkıntılı hayatı gözlerimizin önünde geliyor.
Tek başına, dönemin süper gücü Mısır’a kafa tutan, anıları Kur’an- Kerim’de çokça geçen büyük peygamber. İsrailoğullarını Mısır’dan kurtararak yeniden Kudüs’e getiren Hazreti Musa, kavminin azgınlıkları nedeniyle büyük sıkıntılar yaşamış. İşte bu sıkıntıya şahit olan yerlerden birisi de üzerinde bulunduğumuz Yehuda Çölü.. Bu çöl, Kudüs’te bulunan Zeytin Dağını geçince başlayarak Lut Gölüne kadar uzuyor. Bu dağlık coğrafyada sıcaklık yazın 40 ila 50 derece arasında değişiyor. Azgınlıkları yüzünden kavmi bu sıcak çölde 40 yıl mecburi iskana mahkum olan hazreti Musa, bugünkü Yahudileri görmüş olsaydı her halde fazlaca yadırgamazdı.
ERİHA
Yahudileri bir kez de Hazreti Musa’ya şikayet ederek yolumuza devam ediyoruz. Özerk Batı Şeria’nın önemli kentlerinden biri olan Eriha’dayız. Özerklik sözde. Gerçekte ise her yerde olduğu gibi İsrail hakimiyeti söz konusu. Az eğimli bereketli bir yamaçta kurulu bulunan Eriha, göstermelik Filistin devletinin önemli merkezlerinden biri. 40 bin civarında nüfusun yaşadığı bu ilçe büyüklüğündeki kenttin yüzde 30’u Hıristiyan. Eriha’da hurma bahçeleri ve muz bahçeleri dikkatimizi çekiyor. Bunun dışında her türlü sebze ve meyve’de yetişiyor.
Eriha’nın batısındaki dik dağda bir teleferik bulunuyor. Buraya teleferik yapılmasının sebebi ise Hıristiyanların Hazreti İsa’nın burada inzivaya çekildiği ile ilgili inanışları. 10 bin yıllık tarihi kent Eriha’nın her metrekaresi bereket fışkırıyor. Zamanında buraya ihtişamlı yazlık bir saray inşa ettiren Emevi halifesi Hişam bitirdiği sarayına oturamaz. Çünkü bitirdiği gün bölgede büyük bir deprem olur yüzlerce konutla birlikte saray da yerle bir olur. Bu muhteşem sarayın açık hava müzesini andırır kalıntıları günümüz insanları tarafından ibretle ziyaret edilmektedir.
Eriha’da merhum Filistinli lider Yaser Arafat’ın bir yazlık villası da bulunuyor. Yaser Arafat villanın bahçesine bir de kilise yaptırmış. Genç eşi Hıristiyan olan Arafat’ın bu kiliseyi, bölgede yaşayan Hıristiyanlara bir jest olarak yaptırdığı söyleniyor.
DENİZ SEVİYESİNİN 450 METRE ALTINDAYIZ
Eriha’dan Lut gölüne 10-15 dakika gibi kısa bir sürede ulaşıyoruz. Lut gölü Eriha’dan görülüyor. Ve artık dünyanın en çukur noktasındayız. Küdüs’ten Lut gölüne yani artı 750 rakımdan eksi 450 rakıma iniyoruz. Otobüsten inince ağır ve sıcak bir hava bizi karşılıyor. Üzerimizdeki ağır hava basıncını hissedebiliyoruz. Otobüsten inip, 3-5 dakikalık bir yürüyüşten sonra gölün kıyısına varıncaya kadar kan ter içinde kalıyoruz. İsrailliler buradan da para kazanmanın yolunu bulmuşlar. Lut gölünün çamur ve milini cilde iyi geliyor diye satıyorlar. Gerçekten cilde iyi gelip gelmediğini bilmiyoruz ama Lut gölünün kuzey batı ucundaki plajda gölün suyuyla yıkadığım ellerim krem sürülmüş gibi yumuşadı. Sonrasında temiz suyla temizlemem de zor oldu. Lut gölünün yağlı suyu ellerden kolay temizlenmiyor. Buraya gelen turistler kıyıdaki milli suya giriyorlar. Gölün tabanındaki mili vücutlarına sürerek sağlık bulmaya çalışıyorlar. Burada yüzlerce yerli ve yabancı turiste rastlamak mümkün. Lut gölü dünyanın en tuzlu suyuna sahip. Tuz oranı yüzde 33 olan gölde, insanlar hiçbir gayret göstermezlerse de batmadan suyun yüzeyinde kalabiliyorlar.
Lut gölü insanoğlunun görebileceği en korkunç felaketlerinden birine şahit olmuş bir göl. Hazreti İbrahim döneminde yaşayan bir peygamber olan Lut, kavmini bütün uğraşılara rağmen sapıklıktan vazgeçiremiyor. A’raf suresinin 80 ve 81. ayetinde Lut kavminin sapıklığı şu şekilde geçmektedir. “Bir vakit, Lut’u da peygamber olarak gönderdik ve kavmine söyle dedi: ‘sizden önce alemlerden hiç birinin yapmadığı şenaatı siz mi yapıyorsunuz? Çünkü siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz? Hayır! Siz haddi çok aşmış bir kavimsizin” Haddi aşan kavme gelen azabı ise Allah’ü Teala bir başka ayette (Hud suresi 81-83) şöyle anlatıyor. “Elçiler: ‘Ey Lut! Emin ol biz rabbinin elçileriyiz, onlar sana kesinlikle el uzatamazlar; sen çık, içinizden hiç biri geri kalmasın; ancak karın dışında. Çünkü ona da onlara gelen musibet gelecek. Haberin olsun vaat olundukları azabın zamanı sabahtır. Sabah yakın değil mi? Dediler. Azabımız geldiğinde o memleketin altını üstüne getirdik ve üzerlerine istif edilmiş sicilden (balçıktan pişirilmiş) taşlar yağdırdık. Rabbinin katında damgalanmışlardı ve bunlar zalimlerden uzak değildir.”
Dikkatlice incelendiğinde, gölün bir çöküntüyle meydana geldiği anlaşılmaktadır. Genişliği 22 kilometre uzunluğu 60 kilometre civarında olan göl aynı zamanda İsrail ile ürdün’ün de sınırlarını çizmektedir. Her yıl 80 cm çekilen gölü kurtarmak için iki ülke birlikte çaba göstermektedir.
Yehuda çölünün dip noktasını teşkil eden gölün kenarında hava sıcaklığı 50 dereceye kadar ulaşabilmektedir. Yarım saat kadar kıyısında gezdiğimiz Lut gölünden ayrılırken kemiklerimiz erimişçesine ter içerisindeydik. Eksi 450 metrenin oluşturduğu basınçlı havanın ağırlığı, sıcak, nem ve Lut gölünün hafızamızdaki olumsuz imajı içimizde oradan bir an önce uzaklaşma arzusu oluşturdu. Kafile olarak dönüşte bugüne kadar hiçbir yerde, bu kadar yorulmadığımızı birbirimize ifade ediyoruz. Dönüşte yaklaşık olarak 20 yıldır yaşamadığım bir burun kanaması geçirdim.
Lut Gölüne giderken gerek Eriha, gerekse Lut Gölü plajında yer alan turistik alışveriş merkezlerinde Lut Gölünden çıkarılan mil ve çamurun katkı maddesi olarak kullanıldığı çok sayıda cilt kremleri ve sabun çeşitlerinin satıldığını gördük. Fiyatlarını yüksek bulduğumuz bu cilt bakım ürünleri özellikle Avrupalı turistler tarafından büyük ilgi görüyor. Aynı alışveriş merkezinde satılan Türkiye menşeli iki ürüne daha rastlıyoruz. Birisi Malatya kayısısı, diğeri İzmir inciri. Malatya kayısısının 250gramı burada 2 euroya satılıyor. Türkiye’de ise bir kilosu bu kadar para.
Filistin’de genel anlamda fiyatlar yüksek. Gerek Kudüs gerekse diğer illerde alış veriş yaparken pazarlık yapmayı unutmayın. Çünkü burada pazarlık yapıldığı için, fiyatları çok düşük seviyelere çekmek mümkün.
“BİZİ YALNIZ BIRAKMAYIN”
Üçüncü gün de akşam ve yatsı namazlarımızı Mescid’i Aksa’da kıldık. Birbirine çok yakın olan iki camiden Kubetüssahra da kadınlar namaz kılıyor. Erkekler ise Mescidi Aksa’ya gidiyor. İsteyen kadınlar Mescid-i Aksa’da da namaz kılabiliyorlar. Fakat sabah namazında Kubbetüssahra camii kapalı. Herkes Mescid-i Aksa’da namaz kılıyor.
Akşam ile yatsı namazı arasını Mescid-i Aksa’da geçirerek cami ve bahçesinde bulunan Filistinliler ile sohbet etme imkanı bulduk. Beyazıt Camii İmamı Suat Özkan’dan Kur’an-ı Kerim okumasını istiyor Filistinliler. Filistinliler bizi ve özellikle Suat hocayı çok sevdiler. Bir önceki gün yatsı namazını kıldıran Suat hocanın etrafında kümelenen Filistinliler ona sevgilerini ifade ettiler. Suat hocanın güzel kıratı yeniden yankılanınca Mescid-i Aksa’da caminin içindeki herkes hocanın bulunduğu alanda toplandı. Ünlü Kabe imamı Sudeysi’nin sesine benzettikleri Suat Özkan hocayı kameraya çekmek için birbiriyle yarışan Filistinliler Kur’an-ı Kerim’i sonuna kadar huşu içinde dinlediler. Ve ardından muhabbet başladı. Filistinliler başbakan Erdoğan ve Abdullah Gülü çok seviyorlar. Başbakan Erdoğan’ın ‘one minute’ çıkışından memnunlar. Ancak yeterli görmeyenler de var. Duygularını yüksek sesle ve heyecanla ifade eden bir Filistinli, sadece konuşmakla Filistin’in kurtulmadığını söyledi. Harekete geçilmesi gerektiğini bildirdi. Heyecanlı Filistinli genç Erdoğan ve Ahmedi Necat’ın sadece konuştuğunu, konuşmanın hiçbir sorunu halletmediğini ifade etti. Filistinli genç Türkiye’den beklentilerinin farklı olduğunu kaydetti.” Ahmedi Necat şii, ondan bize fazlaca hayır gelmez. Ama Abdullah Gül ve Erdoğan Sünni, onlardan çok şey bekliyoruz.” Söze yüksek okulu Ankara’da okuyan 55 yaşındaki Ahmet Abbas’da katıldı. Abbas ‘Ben Türkiye’yi ikinci vatanım olarak görüyorum. Yaşadıklarımızı düşündükçe kurtuluş ümitlerim yok oluyor. Zaten dünya buradan yok olacak. Yahudiler bu süreci hızlandırmak için ellerinden geleni yapıyorlar’ dedi. Bir başka Filistinli daha katıldı ateşli sohbete… Gözleri dolan yaşlı Filistinli ‘Mescid-i Aksa’ya Kudüs dışındakileri almıyorlar. Mescidin bütün girişlerini İsrailli askerler tutuyor. Ne olursunuz bize moral ve destek vermek için buraya çok gelin. Bu mescidi cemaatsiz bırakmayın. Bakın namazlarda birkaç safı zor buluyoruz. İsrail zaten bizi bıktırarak, taciz ederek buradan uzaklaştırmak istiyor. Buna fırsat vermemeliyiz. Sizi burada gördükçe yalnız olmadığımızı hissediyoruz. Burası İslamın üçüncü önemli mescidi, burayı yalnız bırakmamak sadece biz Filistinli Müslümanların görevi değil.’ Şeklinde konuşuyor. Konuşmalardan etkilendik. Filistinliler; canlarını siper ederek, bütün dünya Müslümanları adına, atalarımızın haçlılara karşı verdiği direnişin farklı bir boyutunu sergiliyor burada.
Hazreti Meryem’in öldüğü yer olarak rivayet edilen 12 yer var kudüste. Hıristiyanlar bu yerlerin tamamına kilise yapmış durumdalar. Ruslar kubbeleri altın olan, ve Rus mimarisini yansıtan Ortodoks kilisesi yapmışlar. Yahudiler, Davut imparatorluğunun küçücük bir kalıntısına ulaşmak için var gücüyle çalışıyorlar. Biz Müslümanlar ise Mescid-i Aksa’yı bile boş bırakıyoruz. Üzüntü, keder, haykırış. Her şey boşuna… İsrail buraya yerleşmeye ve vaat edilen topraklara sahip olmak için planlı ve programlı icraatlar yapmaya devam ediyor.
Yazan: Nurettin Bay Editör: Ahmet Özer