Neratva nehrinin kaynağı kenarında çokça canlı alabalık tesisi bulunuyor. Buz gibi sudan avlanan balıklar resturantlardaki mahir ellerde damaklarda silinmez tatlar oluşturuyor. Irmağın kenarındaki masalara dağılıp, ikram edilen balığı serin hava ve bol oksijen lüksüyle tüketiyoruz.
Tekkeye giden yolun kenarındaki satıcılardan hediyelik eşyalar satın alarak Mostar’a gitmek üzere otobüsümüze biniyoruz. Alperenler Tekkesinin manevi havası gönlümüzden silinmeden Mostar’dayız.
Mostar, ülkenin güneyinde bulunan nüfusu 100 bini aşmış güzel bir kent. Tam ortasında bu bölgenin en büyük nehri olan Neretva akmakta. Nehrin üzerinde başta Mostar köprüsü olmak üzere bir çok köprü de bulunuyor. Geniş ve verimli bir ovası bulunan Mostar’da Akdeniz iklimi hakim. Denizden 200 metre yükseklikteki ovada geniş üzüm bağları dikkatimizi çekiyor. Bağların çoğunun Hırvatlara ait olduğunu ve şarap üretiminde kullanıldığını duyunca üzülüyoruz.
Mostar, Hersek bölgesinin merkez şehri. Bosna’nın güneyine Hersek deniliyor. Mostar’da Koski Mehmet Bey Camiini ziyaret ediyoruz. 1618’de yapımı tamamlanan cami klasik Osmanlı cami üslubunda yapılmış. Gruptaki arkadaşlardan ismi Koski olan cami için, “cami çok dökük, madem ismi Koski, Büyükşehir Belediyesi Koski Genel Müdürlüğü burayı tamir etsin” esprileri geliyor kulağımıza…
Mostar deyince hiç şüphesiz Mostar Köprüsü akla gelir. Hani Sırp ve Hırvatların, İslam-Türk kültürünü bu topraklardan silmek amacıyla 4 yıl boyunca hedef tahtası haline getirdiği ve sonunda yıkmayı başardığı köprü. Savaşın en önemli sembollerinden biri.
Neretva Nehri üzerinde Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilen köprü için 456 kalıp taş kullanılmış. Nehirden 24 metre yüksekte 30 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde olan Mostar Köprüsü, dönemine göre gelişmiş bir teknolojiyle inşa edilmiş bir sanat şaheseri. Cesur sporcular tarafından atlama tahtası olarak da kullanılan köprü, evlilik öncesi genç erkeklerin cesaretlerini nişanlılarına gösterme mekanı olarak da farklı bir üne sahip.
Tarihi çarşıdan yürüyerek köprüye doğru yol alıyoruz. İğne atsan yere düşmez tabiri kadar kalabalık çarşıdan köprüye kadar yürümek kolay olmuyor. Köprünün ayağındaki kültür merkezinde, köprünün hikayesini anlatan kısa bir belgesel izliyoruz.
Öncesinden defalarca top mermilerine hedef olmuş köprünün son vuruşta yıkılarak nehrin sularına nasıl gömüldüğünü bir kez daha izliyoruz. Nefret dolu duygularımızı içimizde saklıyoruz. Ve ardından seyahat boyunca en çok merak ettiğimiz noktadayız. Savaştan sonra Türkler tarafından yeniden yapılan köprüden gururla yürüyerek karşıya geçiyoruz. Tabii ki köprünün en önemli geleneği için köprünün tam ortasında atlamaya hazır bekleyen sporcuya doğru yürüyoruz. Aramızda para toplayarak (25 Euro’ya atlıyorlar) gencin atlamasını istiyoruz. Genç sporcu önce soğuk suyla bir duş alıyor ve ardından özgürlüğe uçarcasına köprüden aşağıya atlıyor. Bosna ve Hersek’in bağımsızlığının sembolü bir atlayış. Birkaç saniye içerisinde olup biten atlayışta kendimizi buluyoruz. Bir kuşun özgürlüğe uçuşu gibi bir şey. Tutsak Mostar şehrinden, bağımsız Bosna ve Hersek’e bir uçuş.
Köprüyü geçip karşı yakaya geçiyor ve buradaki küçük çarşıda alışveriş yapıyoruz. Ekonomisi zayıf Bosna ve Hersek’e giden herkese alışveriş yapmayı öneriyorum. Ve durumu müsait olan herkesin bu ülkeye gitmesini. Onlar bizi hasretle bekliyorlar. Biz ise fazla değil 140 yıl önce bizim olan topraklara hasretiz.
BİR OSMANLI KÖYÜ, POÇİTELİ
Mostar’dan Poçiteli köyüne hareket ediyoruz. Mostar’a 7-8 kilometre uzaklıktakı bu köy her şeyiyle tam bir Osmanlı köyü. . Nehrin karşı yamacına doğru kurulu bulunan köyün tepe kısmında Osmanlılar zamanında yapılmış kale bulunuyor. Yine Osmanlılardan kalma camii, hamam ve medrese, eski Osmanlı evleri, tamamı taş döşeli eski sokaklar günümüze kadar korunmuş. Köy için ayrı bir hikâye daha anlatılıyor. Yugoslavya döneminden itibaren çok bilinen ve ziyaret edilen bir köy olan buraya Dünyanın dört bir tarafından sanatçılar gelip buradaki sanat kamplarına katılırlarmış. UNESCO dünya mirası kapsamına alınan Poçiteli Köyü’nün Mostar’a yolu düşen herkes tarafından ziyaret edilmesini öneriyorum. . Ziyaret eğer güneşin batımına yakın bir saatte yapılırsa Köy daha farklı bir güzelliğe bürünüyor. Kaleyi çıkıp orada vadiyle birlikte nehrin manzarasını seyretmek ve fotoğraf çekmek ayrı bir zevk.
Poçiteli’de geçen yaklaşık 2 saati hiç unutmayacağız. Alperenler Tekkesi, Mostar ve Poçiteli’yi çok sevmiş olmalıyız ki, köyden hareket ettikten az bir süre sonra otobüsümüz bozuluyor. Baştan beri otobüse laf eden rehberimiz Serkan haklı çıkıyor. Ancak yapacak bir şey yok. Tur firmamız o kadar hızlı davranıyor ki, bir saate varmadan yeni bir otobüsle yolculuğumuza devam etmeyi sağlıyor. Akşam gün batımında baraj gölü kenarıdaki Jablanica Maksumiç Resturanttayız. Bizim için saatler öncesinden ateşte çevrilen kuzuların ziyafetinde buluyoruz kendimizi. Kuzu çevirme burada gelenekselleşmiş bir mutfak kültürü. Ve hakikaten burada bu işi çok iyi yapıyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde görmediğimiz bir metotla kuzular ateş üzerinden çevriliyor. Bu ülkeye giden herkese tavsiye ediyoruz.
Dolu dolu geçen iki günlük gezimizin ardından rehberlerimiz Serkan ve İsmail, ertesi gün için bir saat fazla uyuyabileceğimizi söylüyorlar. Ancak sabaha bavullarımızla birlikte otobüse gelmemizi istiyorlar. Ertesi gün gezeceğimiz yerler için daha yakın bir otele gitmemiz gerekiyormuş.
Mostar, Alperenler Tekesi, Poçiteli Köyü gece boyunca da hafızalarımızda silinmiyor. Osmanlı, gittiği yere otağını geçici süre için kurmamış. Günümüz dünyasında yapılan en sağlam binaların ortalama 150-200 yaşayabildiğini düşünüp, 500 yıldan buyana ilk günkü gibi sağlam ve ayakta kalmayı başaran eserler karşısında şapka çıkarıyoruz. Gurur duyuyoruz ecdadımızla. İyi ki buralara gelmişler. Ve iyi ki bu eserleri bırakmışlar.
Dünya hakimiyeti kurmuş kaç millet böyle bir miras bırakabilmiş bu güne kadar. Osmanlı’nın çöküşünden sonra dünyaya hakim olan güçleri düşünüyorum. İngilizler, Almanlar, Amerikalılar, Ruslar… Hangisi gittiği ülkeye Osmanlı kadar sahip çıkabilmiş? Hangisi vardığı yeri imar edebilmiş? Hangisinin eserleri yüzyıllara meydan okuyabilmiş? Hiçbiri. Aksine onlar gittiği yerlere bir şey götürmek yerine, gittiği yerlerden bir şeyler almayı yeğ tutmuşlar. İşte bu anlayış farkı, İslam Medeniyetini diğer tüm medeniyetlerden farklı bir yere koyuyor. Şey Edebali’nin Osman Bey’e vasiyetinde söylediği gibi. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”. İnsanı ön planda tutan anlayış. Özünü, Veda Hutbesinde bulan, gerçek İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi. Kaynağını Kur-an’dan alan ilahi bir anlayış. Ne mutlu ki, bu anlayışın temsilcileriyiz. Ne mutlu ki, Osmanlı torunlarıyız.